KALEMİN UCUNA DÖKÜLENLER

Her şey önce bir hayalle başladı. İlk başta anne babamın hayaliydim. Dünyaya geldim. Sonra kendim hayal kurmayı keşfettim ve kendime hayallerimden bir dünya yarattım...
11/09/2012

Bir Baltaya Sap Oldum Da...

        Geçtiğimiz Mayıs ayında kendi hikâyemi yazmak için göbeğimi çatlatan cinsten keyifli bir yolculuğa çıktım. İnsan ancak benim gibi olursa zaten “göbeğinin çatlaması” deyimiyle “keyifli” kelimesi bir cümlede yan yana gelebilir.

        Göbeğim çatlıyor çünkü kol kırılır, yen içinde kalır diye düşünen bir ailede yetiştim. Ve bu hikâye sadece benim değil, aslında bir yerde onların da hikâyesi. Ve ben hikâyemi yazarken kimsenin incinmesini istemiyorum. Bir yandan da bu süreçten keyif alıyorum, çünkü geçmişte canımı acıtan olaylara ve kişilere duyduğum öfkenin şifalanmış olduğunu görmek beni çok mutlu ediyor. Aslında kendimi bu kadar germeye hiç gerek yok. Çünkü yıllardır seminerlerimde anlattığım hikâyemi şimdi kâğıda döküyorum. Kitabımın konusu tabii ki “Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu’na rağmen bir baltaya nasıl sap oldum?”

        DEHB tanısı almış çocukları olan anne babaların en büyük korkularından biri çocuklarının ileride kendi ayakları üzerinde durup duramayacaklarıdır. Bu yüzden seanslarımda ilk başta kendi hikâyemi anlatırım danışanlarıma. Çünkü onların duymak istediği türden bir hikâyedir benim hikâyem, içinde umut olan. İlkokul üçüncü sınıfta rüyamda görsem inanamayacağım şeyleri başardım hayatımda. Tembel teneke Pınar liseyi kazasız belasız bitirecek, üniversiteye gidecek, iyi bir not ortalamasıyla Amerika’da bir üniversiteye geçiş yapacak. Okulu o kadar sevecek ki bir de üstüne yüksek lisans yapacak. Yüksek lisansını yaparken araştırma görevlisi olacak ve üniversitede ders verecek, son olarak da “Baba parasıyla herkes Amerika’da okur” diye laf çakanlara sus payı olsun diye Yale Üniversite’sinde araştırma görevlisi olarak çalışacak.

İTİRAF EDİYORUM!

        Seminerlerimde hep söylerim 35 yıllık ömrümün yarısı kendimi salak hissederek ve hissettirilerek, geriye kalanın çeyreği de salak olmadığımı kendime ve yakınlarıma kanıtlamaya çalışarak geçti. Meğer ben uyurken, diğer çeyreği de bizim alanda kendimi kabul ettirmeye çalışarak geçmiş. Üniversitede anne ve babam istedi diye İşletme okudum. İşletme lisansımın üzerine Amerika’da Akıl Sağlığı Danışmanlığı üzerine yüksek lisans yaptım. Bu bile Türkiye’de bizim alanda kendini kabul ettirebilmek için başlı başına bir problemken, bir de üstüne Türkiye’de daha hiç kimsenin bilmediği Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Koçluğu’nu yapmaya başladım. Çok şükür bu kadar tırmaladıktan sonra emeğimin karşılığını aldım ve Türkiye’nin en iyi psikiyatristleriyle çalıştım. Evet, sonunda bir baltaya gerçekten sap oldum! Peki, oldum
da noldu??? İşte, danışanlarımın hikâyemin henüz bilmediği kısmı burada başlıyor: TÜKENDİM! Eğer Cahit Sıtkı haklıysa, DEHB ile başlayan hayatımın ilk yarısı Tükenmişlik Sendromu ile sona erdi.

        Aslında “Tükenmişlik Sendromu” ile ilgili kendi hikâyemi burada paylaşmaya hiç niyetim yoktu. Bunları kitabıma ve seminerlerime saklıyordum. Ama geçenlerde genç bir oyuncu arkadaşla yapılan röportajı gazetede okuyunca artık dayanamadım ve “Hadi kalemine kuvvet Pınar” dedim. Meryem Uzerli Tükenmişlik Sendromu sebebiyle ülkeyi terk ettiğinden beri gazetecilerin en büyük zevki yıldızı yeni parlamakta olan oyuncularla yaptıkları röportajlarda konuyu Tükenmişlik Sendromu’na getirmek ve bu konuyla ilgili onların düşüncelerini öğrenmek. Bu genç oyuncu arkadaşların da verdikleri cevaplar üç aşağı beş yukarı: “Etik bulmuyorum yaptığını”, “Ben kendimi o pozisyona getirmem, önceden tedbirimi alırım”, “İşimi çok seviyorum, o yüzden ben böyle bir sendrom yaşamam.”

        Bu cevapların üzerine söylenecek bir sürü şey olabilir, ama ben topa sadece mesleğimle ilgili kısımda girip Tükenmişlik Sendromu ile ilgili toplumdaki bilgi eksikliğini gidermek istiyorum.

TÜKENMİŞLİK SENDROMU NEDİR?

        Tükenmişlik Sendromu çalışandan beklentinin ya da kişinin kendisinden beklentisinin yüksek olduğu yoğun iş temposunda çalışan kişilerde görülür. Bu sendromu yaşayan kişi; işine karşı heyecanını kaybeder, iş ortamından soğur, duygu iniş çıkışları yaşar, kendini bitkin, çaresiz ve öfkeli hisseder, kendine güveni azalır, kendini yetersiz hisseder. Sürekli yorgun ve halsizdir. Uyku problemi ve bedensel ağrılar yaşar, intiharı bile düşünebilir. Özetle; çok ciddi bir sorundur. Bu sorunu yaşayan kişilere, diğer ruhsal ya da fiziksel rahatsızlığı olan kişilere gösterilen anlayış ve hassasiyet gösterilmelidir. Kişinin işini sevip sevmemesiyle bu sendromun alakası yoktur. İşini sevmeyende de, işini aşkla yapanda da görülebilir. Son olarak da herkesin kendiyle ilgili bir kör noktası vardır, şekil 1A’da görüldüğü gibi, mesleğinizin danışmanlık olmasına rağmen tükendiğinizi fark edemeyebilirsiniz.

        Hepimize kendimizi tüketmediğimiz, hayatın tadını çıkarttığımız günler dilerim.