KALEMİN UCUNA DÖKÜLENLER

Her şey önce bir hayalle başladı. İlk başta anne babamın hayaliydim. Dünyaya geldim. Sonra kendim hayal kurmayı keşfettim ve kendime hayallerimden bir dünya yarattım...
23/03/2016

Hayata Kaldığımız Yerden Devam Etmek... O Kadar Kolay mı?

      Bir kaç gündür sıkça duyuyorum: "İstedikleri bu zaten, bizi korkutmak. Her şeye rağmen hayata kaldığımız yerden devam etmeliyiz.", "Sokaklar, AVM'ler bomboş. Terör kazandı bile."...

      Bu ve benzeri cümleleri duyduğumda ilk tepkim kızmak oldu. Kendi korkuma saygı duyulmadığını ve üstüne üstlük korkumdan dolayı yargılandığımı hissettim. (Evet, ben de ruh sağlığı alanında çalışan biri olarak korkabiliyorum.) Kızgınlığımla yüzleştikten sonra o duygu yavaş yavaş karşı tarafı anlamaya ve satır arasında verilen mesajı algılamaya dönüştü. Bu söylemlerdeki iyi niyeti ve hayata tutunma isteğini görmeye başladım. Sonuçta, gün birlik içinde olma günü ve hepimiz karamsarlığın içinde boğulmamak, içimizdeki güneşi kaybetmemek için kendi bildiğimiz en iyi yöntemle birbirimizi hayata tutunmaya teşvik ediyoruz.

      Ve evet, tabii ki hayatımıza devam edeceğiz! Hiç kimsenin ama hiç kimsenin yaşam alanımızı daraltmasına, rutinlerimizi bozmasına izin vermeyeceğiz! Bunun aksini yapmak kendimize yapacağımız en büyük haksızlıktır.

      Sadece atladığımız bir nokta var.

      "Mış gibi" yaparak hayata kaldığımız yerden devam edemeyiz. Bu kadar sık aralıklarla teröre maruz kalmışken hiç bunlar yaşanmamışçasına hayata kaldığımız yerden devam etmemiz ne kadar gerçekçi? Duygularımızı görmezden gelerek, onları ortadan kaldıramayız. Görmezden geldiğimiz her duygu kayıt altındadır ve hiç beklemediğimiz bir anda karşımıza bedensel ve/ve ya ruhsal bir sıkıntı olarak çıkabilir.

      Peki, ne yapabiliriz?

1. Duygularımızla Yüzleşeceğiz.

      Hayatımıza gerçekten kaldığımız yerden devam edebilmemiz için ilk önce korkumuz ve endişemizle yüzleşeceğiz. Kendi korkan/endişelenen halimizi sanki bir film izler gibi izleyeceğiz. Direnç göstermeden. Yargılamadan. Sabırla. Bir süre sonra görülüyor olmaktan ötürü, korkan/endişelenen halimizde yavaş yavaş bir rahatlama fark edeceğiz. Sonra o korkunun altında yatan asıl nedene bakacağız. Bu duygu bize ne anlatmaya çalışıyor?

      Aslında burada yaptığımız şey kendimizle iletişime geçmek. Kendimizle ne kadar iletişim içinde olursak o kadar merkezimizde oluruz ve duygular bizi değil, biz duygularımızı yönetiriz.

      Hayatımıza devam edebilmek için duygularımızla yüzleşmek, onların varlığını kabul etmek yeterli mi? Tabii ki hayır. Önemli bir ilk adım ama yeterli değil. Eğer istediğimiz gerçek özgürlükse daha fazlasını yapmaya, daha derine inmeye ihtiyacımız var.

      Nasıl mı?

2. İçeride ne varsa, dışarıda o var.

      Unuttuğumuz bir bilgiyi hatırlayacağız:

      "İçeride ne varsa, dışarıda o var."

      Artık kendi içimizdeki karanlık tarafa ve kaosa bakma zamanı. Burada cesur olmamız şart! Çünkü bu hayatta belki de en zor şey kişinin kendiyle yüzleşmesi. Ama bu basamak öyle bir basamak ki hepimizi, hep birlikte farklı bir boyuta taşıyacak. Burada yargılamak, başımıza gelenlerden ötürü karşı tarafı suçlamak, karşı tarafa kızmak, beddua etmek yok! Burada başımıza gelenlerin sorumluluğunu almak, başkalarını yargılamadığın gibi kendini de yargılamamak ve kendini koşulsuz sevmek var.

      Bu basamak da kendi içinde iki adımdan oluşuyor. İlk adımda önce cesaretle karanlık tarafımıza bakacağız. Başkalarında yargıladığımız ama kendi içimizde de olan taraflarımızı göreceğiz. İki gözümüz ve tüm duyularımızla, bizde olmasından hiç hoşlanmadığımız, bastırdığımız duygularımıza bakacağız. Bunu yaparken de kendimizi yargılamayacağız. Kendimize sevgiyle yaklaşacağız. Çünkü şu an yaşadığımız her sorunun çözümü "sevgi". Kendimizi koşulsuz sevmeye başladığımız an kendimizle birlikte dış dünyamızda değişmeye, dönüşmeye başlayacak.

      Tüm bunları yaparken evet acı çekeceğiz. Canımız yanacak. Ama şimdi çekeceğimiz acı, bastırmaya devam ettiğimiz sürece yaşamaya devam edeceğimiz acıdan daha büyük olmayacak. Bu acıyla ne kadar erken yüzleşirsek, acıdan o kadar çabuk özgürleşeceğiz. Çünkü özgürleşmenin yolu görmekten geçer.

      Karanlık tarafımıza baktıktan sonra kendimize soracağız: "Nasıl bir dünyada yaşamak istiyorum?"Soruyu cevapladıktan sonra yine kendi içimizdeki karanlığa döneceğiz ve bu sefer de: "Olmasını istediğim dünyada yaşamak için ben kendimde neleri değiştirmeliyim?" sorusunun cevabını arayacağız.

      Buraya kadar nasılsınız?

      Bedeniniz ve zihniniz tüm bu sürece nasıl tepki veriyor?

      Bu tepkiler size ne anlatmaya çalışıyor?

      Zor değil mi?

      Şimdi neden başkalarını suçladığımızı ve onları yargıladığımızı daha iyi anlıyorsunuz değil mi? Çünkü onu yapmak çok kolay. Yüzleşmek yok, sorumluluk almak yok. Ama artık biliyoruz ki bu yöntem işe yaramıyor! Bu yüzden artık daha fazla geç kalmadan, kendi içimize dönmek ve kendi özümüzle yeniden bağlantıya geçmek zorundayız. Tabii eğer bir yetişkin gibi davranıp, sorunun değil çözümün bir parçası olmak istiyorsak.

      Şimdi bu basamağın ikinci adımındayız. İkinci adıma geçmeden önce son soruya yeniden bir bakalım. Olmasını istediğim dünyada yaşamak için ben kendimde neleri değiştirmeliyim? Hepimizin bu soruya vereceği farklı cevapları olduğu gibi bir de hepimizin ortak bir cevabı var. Olmasını istediğimiz dünyada yaşayabilmek için değiştirmemiz gereken iki şey var: duygularımız ve düşüncelerimiz. Daha önce de belirttiğim gibi, şu an dış dünyada yaşadığımız her şey iç dünyamızın yansıması. Dışarıda ne kötülük varsa, bunların kaynağı bizim duygu ve düşüncelerimiz. Savaş, terör, şiddet, acı, korku, yalnızlık... Bunların hepsi bizim ürettiğimiz şeyler. Bunu ben değil bilim adamları söylüyor. Gelin hep birlikte duygu ve düşüncelerimizin DNA'mız ve çevremiz üzerindeki etkilerine bakalım.

      Bilim adamları Glen Rein ve Rollin McCraty araştırmalarından birinde DNA'nın ilk şekli olan Plesanta DNA'sı reaksiyonlarını incelendiler. Bu deneyde, yirmi sekiz cam kabın içine plesanta DNA'sı yerleştirdiler ve her birini yoğun duyguların nasıl üretileceğini konusunda eğitilmiş araştırmacılara teslim ettiler. Bu araştırmanın sonucunda DNA'nın duygulara göre biçimini değiştirdiği kanıtlandı. Araştırmacı takdir, sevgi ve minnettarlık hissettiğinde, DNA gevşeyerek yanıt verdi; DNA zinciri açıldı ve uzadı. Buna karşılık araştırmacılar hayal kırıklığı, korku, öfke ya da stres duygularını oluşturduklarında ise DNA, olumsuz duygulara büzüşerek cevap verdi. Kısaldı ve hatta birçok kodunu kapattı. Araştırmacılar tarafından mutluluk, kabul görme, minnettarlık ve sevgi duyguları hissedildiğinde kodların kapanması hemen durduruldu ve aynı bir elektrik şalteri gibi açılıverdi.

      Amerikan ordusunun yapmış olduğu bir deneyde de deneklerin ağzından doku ve DNA örnekleri alındı. Bu örnekler izole edilerek binanın diğer bir bölümüne götürüldü. Amaç, özel olarak geliştirilmiş cihazlarla, DNA'ların alındıkları kişi uzakta olsa bile onun hislerine tepki verip vermediklerini ölçmekti. Daha sonra deneklerde, çeşitli duyguları uyandırmak için onlara erotik, savaş sahnelerini yansıtan, şiddet içeren, komik durumları yansıtan resimler gösterildi. Bilim adamları bu deneyde DNA'nın etkileneceğinden şüphelilerdi. Ama sonuç öyle olmadı. Deneye katılan kişide duygular oluştuğu sırada DNA, halen alındığı kişinin vücudundaymış gibi bir hal alıyordu.

      Bu konuda Moskova'da bulunan Pavlov Psikoloji Enstitüsü yaptıkları bir deneyle Amerika'lı meslektaşlarının bulgularını onayladılar. Rus bilim adamları yeni yavrulamış altı fare yavrusunun her birini dünyanın başka bir yerine götürdü. Daha sonra annede panik, korku ya da mutluluk duygularının oluşmasını sağladılar. Bu deneyin sonucunda, dünyanın altı farklı yerinde olan altı yavru farenin eş zamanlı olarak annelerinin duygularına tepki verdiği gözlemlendi.

      Sabırla yazıyı okumaya devam ettiğiniz için teşekkür ederim. Tüm bunları yazıyor olmamın sebebi, bu ve benzeri araştırmalarla artık biz biliyoruz ki hissettiğimiz, düşündüğümüz veya inandığımız her şey, saniyenin milyonda biri kadar bir gecikme bile olmadan DNA'mız tarafından algılanmaktadır. Titreşimlerden etkilenen DNA'nın yanı başımızda ya da dünyanın öbür ucunda olmasının bir önemi yoktur. Ayrıca duygularımızın, düşüncelerimizin ve inançlarımızın titreşimleri çevremizi de etkilemektedir. Evrendeki her şeyin birbirleriyle titreşimler aracılığı ile iletişim kurar. Dünyadaki bütün nesnelerin ve canlıların kendilerine has bir titreşimleri vardır. Bizimle aynı frekansta olan insanlar, nesneler ve ya olaylar içimizde oluşturduğumuz titreşim alanına karşı koyamazlar. Bu da bizim karşımıza her zaman olumlu şeyler çıkartmaz. İçimizdeki negatif enerji titreşimi karşımıza savaş, terör, acı olarak çıkabilir.

      İşte bu yüzden duygularımızdan, düşüncelerimizden, inançlarımızdan ve yarattığımız enerji alanından sorumluyuz. Tüm bu okuduklarınız muhtemelen bildiğiniz, duyduğunuz şeylerdi. Ben sadece size tekrardan hatırlatmak istedim ne kadar muazzam bir yaratıcı güce sahip olduğumuzu.

      Şimdi size soruyorum, tüm bunları okuduktan sonra şimdi, şu an nasıl bir enerji alanı yaratmayı seçiyorsunuz?

4. Hayaliniz duanız olsun.

      Son olarak, yapabileceğimiz bir şey daha var. Duygu ve düşüncelerimizin DNA'ımıza ve çevremize etkisini gördükten sonra yaşamak istediğimiz dünyada sanki yaşıyormuşuz gibi hayal ederek her gün şükür duası ya da teşekkür edebiliriz. En fazla bir dakikamızı alacak bu eylemle hep birlikte mucize yaratabiliriz.

      Lütfen hep hatırlayalım; "Gerçekte sınırlar sadece beynimizdedir."

      Sevgiyle...

      Pınar Kobaş Sıçrar



Not: Verdiğim bilimsel deneylerin kaynağı Pierre Franckh'nin "Rezonans Kanunu" adlı kitabıdır.