KALEMİN UCUNA DÖKÜLENLER

Her şey önce bir hayalle başladı. İlk başta anne babamın hayaliydim. Dünyaya geldim. Sonra kendim hayal kurmayı keşfettim ve kendime hayallerimden bir dünya yarattım...
10/05/2012

Sizin korkunuz ne?

        Şu an neye gebe olduğunu bilmeyen hamile bir kadın gibiyim. Daha önceki yazılarımı takip edenler bilirler, ben genelde sezgilerimle yazarım, ama yine de az biraz bilirim varacağım noktayı. Bu sefer durum farklı, işin ilginç tarafı bu sefer ben de farklıyım.

        Bebeğin cinsiyeti pek umurumda değil, onun için tek dileğim dünyaya geldiğinde insanların ruhuna dokunması ve yüzlerindeki tebessüm olması. Sadece şaşkınım, kelimelerim de öyle ve az biraz korkuyorum, bu yazı acaba beni nereye götürecek diye. Aslında yazının beni nereye götüreceği korkutmuyor, korkutan Ocak ayından beri bu yazıyı yazmam için sezgilerim aracılığıyla bana gelen konunun teması: "Ölmeden önce yapmak istediklerim!"

        Başlarda her şey yolundaydı, tek sıkıntım, maalesef artık bir klişeye dönüşen hayatı anlamlı yaşamakla ilgili "Daha önce yazılmayan ne yazabilirim ki?" telaşı vardı. Ama sonraları konunun "hayat" kısmı değil de "ölüm" kısmı daha bangır bangır her yerde karşıma çıkmaya başladı. Bu sefer beni aldı mı bir korku, içimdeki benler girdi mi birbirine!

        Kaygılı Pınar: "Tu destur Bismillah, ecelim mi geldi ne? Bu mesajlar bana bunu mu anlatmaya çalışıyor? Ama ben daha yeni 35 oldum ve yaşımın bana getirdiklerden de o kadar memnunum ki, hep bu yaşta kalmayı düşünüyorum."

        Mikser Pınar: (Kıs kıs gülerek) “Kızım ağzından çıkanı kulağın duysun, denk saatine gelecek nalları dikeceksin ve gerçekten hep otuzbeşinde kalacaksın!

        Dalgacı Pınar: N’oldu çakma Mevlana? Hani ölüm günün düğün günündü! Bilmem kaç bin TL Fransız dantelinden yapılmış gelinliği giyemeden, metresi 8TL olan patiskadan kefeni giymek yemedi değil mi? E tabii çağımızın kişisel gelişim mabedi feyz­bukta boyundan büyük cümleleri içselleştirmeden paylaşmakla olmuyor bu işler!”

        Şomağız Pınar: “Şimdi sen kendini anlatmaya bayılıyorsun ya, yazarmışsın ‘Ölmeden önce yapmak istediklerim’ diye bir yazı, ardında bir de ölürmüşsün gerçekten. İnsanlar da helvanı yerken ‘Ah canımmmm, malum olmuş kızcağıza bak görüyor musun?’ dermiş...

        İşler iyice çığırından çıkmaya başlamıştı ki, Allah'tan içimdeki bilge olaya müdahale etti ve ortalığı sakinleştirdi. Sonra da beni kendime getirmek için on dakika "nefes" çalışması yaptırdıktan sonra sordu: “Seni ölümden bu kadar korkutan nedir?“

O BENİ YARGILAMAZ

        Yine yaptı yapacağını içimdeki bilge ve beni kilitlemeyi başardı tek bir sorusuyla. İçimdeki her beni seviyorum, onların kendi içlerindeki diyalogları beni çok eğlendiriyor. Ama yalan yok, içimdeki bilgenin yeri ben de ayrı. Çünkü o beni yargılamaz, bana öğüt vermez, niye/neden/niçin gibi bana kendimi suçlu hissettirecek sorular sormaz. O sadece dinler ve sonrasında öyle bir soru sorar ki o sorunun cevabı benim çözümüm olur. Başlarda çok sıkılırdım onun, bu basit görünümlü kazık sorularından. “Off bilmiyorum" diye kestirip atardım ya da "Ama çok zor bir soru" diye mızmızlanıp dururdum. O ise her seferinde bana "Korkma, ben senin yanındayım" der ve sabırla benim cevabımı beklerdi.

        Bir gün fark ettim ki, gerçekten kendimle ilgili cevabını bilmediğimi zannettiğim soruların arka planında benim korkularımla yüzleşememem yatıyordu. Ve her kaçış kendime yaptığım yolculuğumda beni benden uzaklaştırıyordu. Peki, şu ana dönecek olursak, hallettiğimi düşündüğüm ama hiç beklemediğim bir anda hortlayan ölüm korkumun ardındaki gerçeğim nedir acaba? Mesela hiç "Cehenneme gider miyim?" gibi bir korkum olmadı benim. Daha garipti benim ölüme dair korkularım.

        Ergenken o kadar çekingendim ki, öbür tarafta bile sosyalleşme kaygısı taşıyordum galiba. Yalnız başıma ölmekten korkar, bu yüzden öleceksem tanıdık bir grupla toplu ölmeyi dilerdim. Yine aynı yaş dönemlerinde, "Ya sorgu suale çekildiğimde İslam’ın şartları ve imanın şartları aklıma gelmezse!" diye sınav kaygısı yaşardım. Ne de olsa hiç bilmediğim bir sınav sistemiydi ve gidiş yolundan puan veriyorlar mı, bilmiyordum. Yaşım büyüdükçe ölüm korkum da varoluşa dair olmaya başlamıştı; kendimi tanımadan, hayallerimi gerçekleştirmeden ve yaşam amacımı bulmadan hayata gözlerimi yummak korkutuyordu beni. Peki ya şimdi?

HER SEFERİNDE…

        Hayatımın ilk 35 yılı acısıyla tatlısıyla, göz yaşı ve kahkahasıyla feleğin çemberinden sayısını hatırlayamadığım kadar çok geçerek geçti. Her çemberden geçişim beni "ölmeden öldürdü" ve ben her seferinde benden bir ben daha doğurdum tıpkı Zümrüt­ü Anka gibi. Ve 35 yaşında anca sabrın dikenli yollarında sabırla yürümeyi öğrenirken, tam yaşam amacımın ve çocukluk hayallerimin aynı olduklarını keşfedip bu yönde herkesin hayrına güzel adımlar atmaya başlamışken, vakitsiz gitme fikri beni korkutuyor sanırım.

        Aslında şimdi düşününce bu korku benim için ne büyük bir nimet. "Teslimiyet" kelimesini içselleştirmeye çalıştığım bir dönemde bu korku benim önüme teslimiyeti sözde değil, özde yaşamak için ne güzel bir kapı açıyor. Teşekkür ederim içimdeki bilge bunu bana fark ettirdiğin için ve bu satırları okuyan sizlere de teşekkür ederim iç yolculuğumda bana eşlik ettiğiniz için.

        Şomağız Ben'in dediği gibi hep kendimi anlatıyorum yazılarımda. Çünkü mesleki titrimden ötürü sırf bilgi ve öneri veren yazılar yazmayı ne seviyor, ne de becerebiliyorum. Kendim üzerinden sizlere ulaşmak bana daha içten, daha samimi geliyor. Siz zaten almak istediklerinizi satır aralarından alıyorsunuz. :))

        Son olarak hepimiz için duam:

        "Allah'ım sen bize sosyal medyada paylaştığımız tüm özlü sözleri en tezinden içselleştirmeyi nasip et!"

        Amin.